Doğan Cüceloğlu bir seminerinde yere bir parça ekmek koydu ve “Bu ekmeğe basabilecek biri var mı?” diye sormuş salondakilere. Hiç ses çıkmamış tabii. “Şahneye geliyor bu ekmek parçasına basana 100 dolar gidiyor” diye devam etmiş. Salondan gene çıt yok… Fiyatı mağazası 5.000 dolara kadar getirmiş. Bu sırada salonda bulunanlardan biri, ─ Hocam.Doğan Cüceloğlu, bir seminerinde, yere bir parça ekmek koymuş ve “Bu ekmeğe basabilecek birisi var mı?” diye sormuş salondakilere… Hiç ses çıkmamış tabii ! “Sahneye gelip bu ekmek parçasına basana 100 dolar vereceğim” diye devam etmiş… Salondan gene çıt yok ! Fiyatı artırarak, 5.000 dolara kadar getirmiş durumu… Bu sırada salonda bulunanlardan birisi, ─ “Hocam, istersen 500 bin dolar ver, gene bize o ekmeği çiğnetemezsin, boşuna uğraşma!” demiş. Doğan Cüceloğlu ise bunun üzerine, “İşte, değerler eğitimi budur” diye noktayı koymuş… Zeynel şaşırdı. “Buğdayın sırrı mı olur? İnsan ekip biçer, sonra un yapar, ekmek olur işte.” Yaşça büyük olan adam hafifçe gülümsedi. “Buğdayın sırrı, insanın içersinde saklıdır. Onu ekip biçmek kolaydır; ama onu yoğurup mübareklığını kavramak zordur.” Zeynel bir şey diyemedi. Adam, cebinden bir buğday tanesi çıkardı ve Zeynel’e uzattı. “Bu taneyi toprağa ek. Ama unutmadan, ona iyi bak. Göreceksin ki bu yalnızca bir buğday değil; hayatın ta kendisidir.” Buğdayın Yolculuğu Zeynel, ihtiyar adamın sözlerinden etkilendi. Ona verilen buğday adedini ilgiyle ekti. Her gün sabahın ilk ışığında tarlaya gidip o tek buğday tanesine baktı, toprağını elleriyle yumuşattı, su verdi, dua etti. Günler geçti, aylar birbirini kovaladı ve sonucunda o tanamacıyla güçlü, altın rengi bir başak yükseldi. Bu tek başak, Zeynel amacıyla bir mucize gibiydi. Hasat vakti geldiğinde, başaktan çıkan buğday tanelerini avucuna aldı. Onlar yalnızca taneler değil, emeğin, sabrın ve inancın sembolüydü. Zeynel, bu tanelerden elde ettiği unu alıp köyün taş fırınına götürdü. Fırıncı Halil Usta, onun getirdiği unu yoğururken, “Bu un değişik kokuyor,” dedi. “Sanki senesinin emeği var içersinde.” Zeynel, Halil Usta’nın söylediklerine bir mana veremedi. Ama ekmek pişip de kokusu fırından taşınca, köyde herkes o kokunun peşine düştü. Bu ekmek, sanki yalnızca karın doyurmak amacıyla değil, ruhu beslemek amacıyla de yapılmıştı. Maneviyatın Tadı Zeynel, pişen ilk ekmekten bir dilim alıp ihtiyar adama götürmek istedi. Onu köyde, tarlada ve etrafta aradı ama bulamadı. En sonucunda tarlasında, buğday adedini ilk ektiği yere oturdu ve o dilimi yemeden evvelce bir vakit düşündü. “Bu ekmek namacıyla bu kadar değişik?” diye sordu kendi kendine. Ve sonra fark etti: Buğdayın sır dediği şey, belki de o taneye verilen emek, dualar ve umuttu. Ekmeği mübarek kılan, insanın ona yüklediği manadı. O ilk dilimi, oturduğu yerde yavaşça yedi. Her lokmada, toprağın, suyun, güneşin ve emeğinin bir parçasını hissetti. Bir ekmek, yalnızca bir ekmek değildi bundan sonra. Üsteki Resimden Diğer Sayfaya Geçiş Yaparak Haberin Devamını Okuyabilirsiniz.