– Hatun canını sıkma, ipliği satmaya gönderdim, parası gelsin ne kadar ettiyse alırsın. – Pekala, diyerek gider, ertesi gün gelir. – İpilik satıldı mı? Abdülkadir Geylani Hazretleri: – İplik satıldı, fakat parası henüz gelmedi. Bir hafta hadar bir zaman içinde gelir. Kadın bir hafta sonra gelir, para henüz gelmemiştir, kadına: – Yarın gel, paranı al. Kadın, pazara niye gitmedim, şimdi param elimde olurdu diyerek hayıflana hayıflana evine gitmek üzere iken, Müritler: – Bir gün daha sabret bakalım mevla ne gösterecek, derken bu işin sade bir şaka olmadığının farkında idiler. Ertesi gün olduAbdülkadir Geylani Hazretlerinin huzuruna o ana kadar görülmeyen bir heyet geldi. Bin altın takdim ettiler. Müritler heyete bu kadar paranın ne olduğunu, niçin Şeyhe takdim ettiklerini sordular. Gelenler tüccar olduklarını belirterek: – Altınlar Hazreti Şeyhindir. Denizde yolculuk yaparken fırtına sebebiyle geminin yelkeni delindi, yol alamaz olduk, denizin ortasında kalacaktık. Kaptana bir çaresi yok mu diye sorduğumuzda. – Altıyüz dirhem ip olsa geminin yelkenini onarır, yolumuza devam ederdik ama, şu anda nerede bulacağız, dediBiz ellerimizi kaldırarak Allah’a dua ettik ve duamızda: – Ya Sultanul Arifin bize altıyüz dirhem kadar ip gönder, sana bin altın vereceğiz diye yalvardık. Bir de baktık ki, bir kuş gelip altıyüz dirhem ipliği geminin güvertesine bırakıp uçtu gitti. Şimdi o adağımızı yerine getirdik, dediler. Tüccarlar ayrıldıktan bir müddet sonra, ihtiyar kadın gelip sordu. – Para geldi mi efendim? Şeyh bin altını kadına verirken. – Benim satışım seninki kadar kârlı olmuş mu? Kadın bir anda zengin olmuştu. Abdülkadir Geylani Hazretleri’ne teşekkür ederek huzurdan ayrıldı. Allah a emanet olun SaygılarİKİNCİ HİKAYEMİZBir Kadın, Bir HayatFikret Hanım, Mardin’in daracık taş sokaklarında doğmuştu. Babası memurdu, annesi ise terzilik yapardı. Çocukluğu annesinin dikiş makinesinin monoton sesiyle dolu bir evde geçmişti. Her dikiş sesinde yeni bir hayal kurardı Fikret. Annesinin diktiği elbiselerin içine sığmayacak kadar büyük düşleri vardı. Ama o düşlerin önüne, hayatın gerçekleri bir perde gibi çekilecekti.Liseyi bitirdiği yaz, ailesi onu evlendirmeye karar verdi. Fikret, hayal ettiği üniversite yıllarını kocasının köhne bir dükkânında çay yaparak geçirmek zorunda kaldı. Eşi Mahmut, kendince iyi bir adamdı; ama Fikret’in ruhunu hiç anlayamamıştı. Kadın olmak, onun için yemek yapmak, ev süpürmek ve çocuk büyütmekten ibaretti. Fikret ise bu dar kalıplara sığmıyordu. İçinde kopan fırtınaları Mahmut’a anlatmaya çalışmıştı bir kez, ama adam sadece omuz silkmişti:“Kadın kısmı dediğin, fazla düşünmez Fikret. Bizim işimiz çalışıp getirmek, sizin işiniz evi çekip çevirmek.”O gece Fikret çok ağladı. Ama bir yerden sonra, gözyaşları akmayı bıraktı ve bir karar aldı. Hayatını değiştirecekti.İlk AdımFikret, birkaç ay boyunca Mahmut’un eline bakmadan para kazanmanın yollarını düşündü. Evin kirasından artırdığı küçük birikimle bir dikiş makinesi aldı. Anneden yadigâr bu yeteneği, onun hayatını değiştirebilirdi. İlk başta komşu kadınların basma elbiselerini dikerek başladı. Zamanla işleri büyüdü. Küçücük evin bir odası, mahalledeki kadınlar için adeta bir terzi atölyesine dönüşmüştü.Ama bu yetmezdi. Fikret’in gözleri, ufukta daha fazlasını arıyordu.Kaçış PlanıBir gün, bir müşteri çantasından bir moda dergisi çıkardı. Sayfaları çevirirken, Fikret gözlerini dergiden alamadı. Modanın bu kadar zengin ve karmaşık dünyasına girmek, onun için imkânsız gibi görünüyordu. Ama içindeki ses, “Neden olmasın?” diye fısıldıyordu.Gece yarıları çocukları uyuttuktan sonra, eski bir yazı tahtası alıp kendi tasarımlarını çizmeye başladı. Dergilerden öğrendiği ipuçları, onun tasarımlarını daha yaratıcı hale getiriyordu. Bir gün, yaptığı birkaç elbiseyi İstanbul’a götürüp satmaya karar verdi.Mahmut, onun bu planını duyduğunda sinirden deliye döndü:
“Kadının işi evi, yeri yurdu belli! Neymiş, İstanbul’a gidip elbise satacakmış. Olmaz, dedim!”Fikret, ilk defa kocasına boyun eğmedi. “Senin kurallarına göre yaşamak istemiyorum artık,” dedi. Çocuklarını da yanına alarak, bir sabah erkenden otobüse bindi ve İstanbul’a doğru yola çıktı.İstanbul’da Mücadeleİstanbul, onun hayal ettiği kadar parlak değildi. Kirli sokaklar, bin bir çeşit insan, yüksek kiralar… Ama bu şehirde özgürlük vardı. Fikret, bir terzihanede çalışmaya başladı. Kendi tasarımlarını küçük butiklere satmaya çalıştı. İlk başta kimse ciddiye almadı, ama o vazgeçmedi.Bir yıl içinde, tasarımları birkaç küçük dükkânda sergilenmeye başladı. Sonunda, bir moda tasarımcısı onu fark etti ve birlikte çalışmayı teklif etti. Bu teklif, Fikret’in hayatındaki en büyük dönüm noktasıydı.Kendi Markasını KurmakBeş yıl içinde Fikret, kendi markasını kurmuştu. Mahallelerde dikiş dikerek başlayan yolculuğu, şimdi onu uluslararası bir podyuma taşımıştı. Onun adı, artık modayla anılıyordu. Ama en önemlisi, Fikret artık kendi hayatını yaşıyordu.Mahmut’tan boşanmış, çocuklarını da kendi ayakları üzerinde durabilecek bireyler olarak yetiştirmişti. Geçmişine dönüp baktığında, o dar sokaklarda yaşadığı sıkışmışlığı hâlâ hatırlıyordu. Ama artık biliyordu ki, hiçbir şey bir kadını kendi özgürlüğüne kavuşmaktan alıkoyamazdı.Bir kadının hikâyesi, bazen bir dikiş makinesinde başlar, bazen de bir hayal kırıklığında. Ama her seferinde, o hikâye bir şekilde özgürlükle buluşur.