Murat’la her sürete gibi sohbet ettik, güldük, anılarımızdan bahsettik. Gece ilerledikçe, içimde acayip bir his büyüyordu. Sanki burada olmam bir şeyleri değiştirecek gibiydi. Dışarıda yel hafif hafif esiyordu, içerideki huzurlu bölge ise her şeyi daha da acayip kılıyordu. O an, Murat’ın gözlerinde bir parıltı gördüm. Önce bir şey söylemedi, ama sonra derin bir soluk aldı ve gözlerime baktı. “Nermin anne, sana bir şey itiraf etmem gerek,” dedi usulca. İçimdeki huzursuzluk aniden daha da büyüdü. “Ne oldu Murat, ne diyeceksin?” diye sordum endişeyle. Bir an duraksadı, sonra gözlerini kaçırdı. “Son günlerde hissettiklerim… bilmiyorum, acayip şeyler hissediyorum,” dedi. Kalbim süratle atmaya başlamıştı. Ne demek istediğini anlamaya çalışıyordum, ama söylemekten çekiniyordu. “Ne demek istiyorsun Murat?” diye sordum, biraz sert bir tonda. Gözlerimdeki kararlılığı fark etmiş olmalı ki, daha çok saklayamayacağını anlamıştı. “Seninle bahsetmek, süre geçirmek bana o kadar iyi geliyor ki… Ama galiba bu duygular yalnızca kolay bir sohbetten ibaret değil,” dedi. Bir an amacıyla ne diyeceğimi bilemedim. O an her şeyin durduğunu hissettim. Damadımın bu tür bir itirafta bulunması, bütün dengemi alt üst etmişti. İçimde büyük bir hiddet ve hayal kırıklığı yükselmeye başladı. “Murat, sen ne diyorsun? Bu yaptığın… bu söylediklerin kabul edilemez!” dedim titreyen bir sesle. O ise panikledi. “Nermin anne, beni hatalı anlama, yalnızca duygularim karıştı. Leyla ile olan ilişkimde birtakım problemler var, ama bu problemler seni üzmemeli, aramızdaki içtenyet bana karışık duygular yaşattı, belki de hatalı hissettim…” diye bildirime çalıştı. Ayağa kalktım, içimden süratle uzaklaşmak geldi. “Bu evden anında çıkmalıyım” dedim kendime. “Leyla’ya bunları anlatmam olası değil, ama Murat’la bir daha bu şekilde karşı karşıya gelmemeliyim.” Murat’ın şaşkın bakışları altında kapıya doğru yürüdüm. “Nermin anne, lütfen! Ben yalnızca biraz karıştım, seni üzmek istememiştim!” diye arkamdan seslendi. Kapıyı açtım ve hiç geri dönüp bakmadan dışarı çıktım. Soğuk hava yüzüme çarparken, içimde kopan fırtına dışarıdaki yeldan daha büyüktü. Leyla’yı düşündüm. Ona her şeyin yolunda olduğunu söylemek zorundaydım. Ama bir şeyler değişmişti bundan sonra, bunu biliyordum. Dışarıda sabaha kadar oturup düşündüm. Tekrar eve dönmeli miydim? Leyla’ya ne diyecektim? Ama bir şey kesindi: Damadımla aramda bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olamazdı. Bir Zamanlar Gürsu’da Gürsu’nun yeşil tepeleri arasında, ufak bir köyde yaşam sürdüren Yılmaz ailesi vardı. Aile, köyün en eski ve en köklü ailelerinden biriydi. Dedeleri, büyük dedeleri ve onların evveli hep bu topraklarda yaşamış, bu toprakları işlemişlerdi. Ailenin reisi, Ali Yılmaz, köyde her bireyin saygı duyduğu bir çiftçiydi. Eşi Ayşe, köyün en becerikli kadınlarından biriydi. Üç çocukları vardı: Mehmet, Zeynep ve ufak Ahmet. Her biri, ailenin değerlerini ve geleneklerini yaşatmak amacıyla ellerinden geleni yapıyordu. Mehmet, babası gibi çiftçi olmayı seçmişti. Sabahın erken saatlerinde kalkar, tarlada çalışır ve akşam eve döndüğünde ailesiyle süre geçirirdi. Zeynep ise köyün öğretmeni olmuştu. Çocuklara okuma yazma öğretir, onların geleceğe umutla bakmalarını sağlardı. Küçük Ahmet ise şimdilik ilkokuldaydı ama büyük hayalleri vardı. Bir gün büyük bir mühendis olup köyüne yararlı projeler gerçekleştirmek istiyordu. Bir gün, köye büyük bir fırtına geldi. Ağaçlar devrildi, evler zarar gördü. Yılmaz ailesi, köydeki başka ailelerle eş güdümlü el ele verip zarar gören yerleri onarmaya başladı. Ali, köy meydanında bir araya gelen köylülere öncülük etti. Ayşe, yaralananlara yardım etti ve yemek pişirdi. Mehmet, traktörüyle devrilen ağaçları kaldırdı. Zeynep, çocukları sakinleştirdi ve onlara hikayeler anlattı. Ahmet ise büyük bir cesaretle su taşımaya yardım etti. Fırtına ardından köy, eskisinden daha kuvvetli ve birlik içersinde oldu. Yılmaz ailesi, bu zorluğun üstesinden gelerek köydeki her bireyin kalbinde taht kurdu. Ali ve Ayşe, çocuklarına birlik ve beraberliğin önemini bir kez daha göstermişti. Mehmet, Zeynep ve Ahmet, ailelerinin bu değerlerini ileriki nesillere iletmeye kararlıydı. Yıllar geçti, çocuklar büyüdü ve kendi ailelerini kurdular. Fakat Yılmaz ailesinin hikayesi, Gürsu’nun yeşil tepelerinde yankılanmaya devam etti. Her yeni nesil, bu hikayeden ilham alarak birlik ve beraberlik içersinde yaşamayı öğrendi. Üsteki Resimden Diğer Sayfaya Geçiş Yaparak Haberin Devamını Okuyabilirsiniz.